Bir daha bakmaya, görmeye
dayanamayacağımız, yüreklerimizin kaldırmadığı, içimizin hiç alamadığı
fotoğrafların birçoğunu Amerikalı askerler, dijital teknolojilerin (3.2 megapiksellik fotoğraf çekebilen cep telefonlarıyla) yardımıyla, çok uzak, çoğunun coğrafyadaki yerini bile tam bilmediği,
insanlarını tanımadığı bir ülkenin topraklarında, Irak'ta çekmiş
olabilirler mi?
Yok etmenin dayanılmaz hafifliğini
yüzlerindeki gülümsemeye yapıştırmış olan kadın-erkek Amerikan
askerleri "başarılı" kariyerlerine bir de fotoğrafçılık eklediler ve
onlar bu fotoğrafları hiç çekinmeden neredeyse bir onur(suzluk)
madalyası gibi bütün dünyaya hem de anında göndererek (bu
görüntüler iyimser bir yaklaşımla, ordu içinde Amerika gibi
düşünmeyen askerlerin, dünyanın gözünü açma girişimi, çabası olarak da
okunabilir mi?), "karşı gelenlere, sözümüzü dinlemeyenlere ve
itaat etmeyenlere neler yapabiliyoruz"u bir daha gösterdiler.
Cesur yürek Amerikan askerleri aynı
beceriyi yok ettikleri hayatları unutmakta da gösterebilecek ve bu
zamanları sanki hiç yaşamamış gibi yapabilecekler mi?
Onlar unutabilse, çemberin içine
sıkışıp kalan ve bütün yakınlarını, arkadaşlarını, sevgililerini birer
birer kaybeden, yaşama alanları, anıları, geçmişleri ve geleceğe dair
umutları yerle bir edilen Iraklılar unutabilecekler mi?
Peki çemberin en dışında bu savaşı
televizyonlardan naklen yayınlarla izleyen bizler, belleklerimize,
akıllarımıza, kalplerimize tek tek kazınan görüntüleri, duyguları ve
hissettiğimiz derin öfkenin izlerini tek bir tuşa basarak (send ya da delete) hayatlarımızdan gönderebilecek miyiz? Bu insanlık
dışı görüntüleri, çekilen sıkıntıları, yaşam(a)ları ve ölmeleri
unutabilecek miyiz? Irak'ta sokaklarda, evlerde, Ebu Garip ya da
Guantanamo hapishanelerinde yaşananları, uygulanan sistematik
işkenceleri insanlık dışı, insan haklarına aykırı, insanlık onuruna
yakışmaz bulup ta lanetlerken, Türkiye'deki uygulamalara ve koşullara
dair sessizliğimizi korumaya devam mı edeceğiz? Bize dokunmayan yılana
dair insan haklarından bu kadar rahat sözetmenin, bu hakların yılmaz
bekçileriymişiz gibi davranmanın hangi duyarlıkla, hangi (çifte)
standartla bağdaştığını da galiba bir daha ve çok iyi düşünmemiz
gerekecek!
(Kimbilir kaç saat önce) ölmüş bir
askerin başında zafer işareti yaparak ve gülerek poz verebiliyor
olmak, hangi savaş koşullarında maruz görülebilecek bir görüntüdür ve
ne tür bir başarının sembolü olarak kabul edilebilir?
Çırılçıplak soyulmuş bir mahkum boynuna
takılan bir ip ile hangi suçunun cezasını çekmeye sürükleniyor
olabilir?
Ya da bir Amerikan askeri hangi
duygularla kendi ülkesinde esir ettiği Iraklı bir mahkumun üzerine
işiyor ve bu görüntü bir başka Amerikalı asker tarafından cep
telefonudaki kamera aracılığıyla ya da ufak bir dijital fotoğraf
makinasıyla kaydediliyor/belgeleniyor olabilir?
Esirlerin uzun süreler boyunca stres
yaratacak konumlarda tutulması, elbiselerinin alınması, köpeklerle
taciz edilmeleri, kişisel korkularının üzerine gidilmesi, 20 saat
aralıksız sorgulanmaları, 30 gün tecritte tutulmaları, sorgu ve nakil
sırasında başlarına çuval geçirilmesi, başları ve sakallarının
kazıtılması, aşırı ışık ya da karanlıkta bırakılmaları ve tekme gibi
yaralanmaya sebep olmayacak ılımlı fiziksel temas uygulanması. (1) ABD Savunma Bakanı D.Rumsfeld'in 2 Aralık 2002'de
izin verdiği bu yöntemler Cenevre Sözleşmeleri'ni açıkca ihlal ediyor
olsa da, İstanbul'daki Nato Zirvesi öncesinde ABD Dışişleri Bakanı
Powell katıldığı bir forumda bu yapılanların tek amacının bölgeye
demokrasiyi getirmek, ülkeyi ve insanları Saddam'dan kurtarmak, barışı
sağlamak, ülkeye huzuru getirmek olduğunu hala söyleyebiliyor! Yani
Amerikalılar barış için savaşıyor oldukları için bunları anlamamızı ve
onlara hak vermemizi istiyorlar. Cumhurbaşkanı Sezer'in de belirttiği
gibi ABD'nin ciddi bir inandırıcılık sorunu var, giderek büyüyen ve
giderek inanılmazlaşan...
Acımasızlığın boyutsuzluğu yeni değil
ama yine de şaşırmalarımızın, kabul etmelerimizin hiçbirine yetmiyor.
Bu görüntüler; kendini dünyanın tek
sahibi, hakimi, diğer ülke ve insanlarını da yalnızca güçlerini
kanıtladıkları topraklar olarak gören Amerika'nın bir rüyasının daha
gerçekleşmekte olduğunun (ya da iflasının) görüntüleri olarak da
izlenebilir. Amerika o kadar güçlüdür ki, bu güç onlara daha da
güçlenmek adına topraklarını işgal etme, insanlara eziyet etme,
aşağılama ve yok sayma hakkını vermektedir. İkiz kulelere ve
Pentagon'a yapılan talihsiz saldırı ise Amerika için ve çoğu Amerikalı
için sonraki eylemlerini meşrulaştırmaktan ve süreklileştirme
haklarını sağlamlaştırmaktan öte bir anlam taşımaz! Doğu'nun neredeyse
tüm Müslüman ülke toprakları ve insanları tüm geri kalmışlıkları
-bırakılmışlıkları!- sahip oldukları (ama ABD'nin ne yazık ki sahip
olmadığı) kaynaklar nedeniyle ele geçirilmesi gereken ülkelerin
başında gelmektedir. Doğu, Amerika için şeytanın serbest oyun
alanıdır ve bu topraklarda sahipliğini alabildiğince güçlendirilmek
için topyekün yoketme harekatını tüm hızıyla sürdürmektedir.
Son aylarda dolaylı olarak maruz
kaldığımız; "Güçlü olanın kim olduğunu bütün dünyaya göstermeye"e dair
olan bu görüntüler; Irak halkının, oradaki hayatların bilfiil maruz
kaldığı, yaşam(a)ların kökünden budandığı, sonrasızlaştırıldığı, o
insanların artık hissedemediklerinin, kaybettiklerinin ve
yalnızlıklarının yanında biliyorum bütünüyle hükümsüz ve anlamsız boş
kareler. Fotoğraflar sayesinde belgelenen/tanığı olduğumuz bu şiddeti,
kelimelere dökmenin, unutmamanın, isyan etmenin içimizdeki tek
karşılığı; bunca insansızlaştırma ve yok etme harekatına karşı hâlâ
içimizde duran, iyi ki kaybolmayan karşı-öfkeyi ve isyanı
sessizleştirmemek olabilir.
(1) Kaynak: 24 Haziran 2004 tarihli Radikal
gazetesi |