Ya
unutulduğundan ya da üzerinden yıllar geçtikten sonra artık bir başka
yerde duruluyor olduğundan yeni başlayanlara dair olmaz çoğunlukla
yazılanlar. Hal böyle olunca onlar da herhalde başkalarına ait
sonraları, sonradakileri önce'leyerek, atılmış ilk adımların izini
bulmaya çalışırlar. Tek tük sohbetlerde dile getirilen, katılınan
panel, gösteri vb. etkinlik aralarında akıllara takılıp sorulan
sorulardan ya da izlenen sergilerden bilmedikleri zamanları
arar/sorar genç fotoğrafçılar. Ve herşeyden önce başlamak önemlidir.
İlginin yoğunlaşmaya başladığı ilk zamanlar önemlidir. Tam
başlandığında ya da niyetlenildiğinde (fotoğraf size göz kırpmaya
başladığında- tesadüfen çektiğinizi düşündüğünüz bir iki fotoğrafın
başkaları tarafından beğenilmesinden sonraki ilk günlerde-) yol
gösterebilecek bir iki satır yazı, birkaç tecrübe ya da bir kişi ne
kadar destekleyci, cesaretlendirici ve fotoğrafa yakınlaştırıcıdır.
Sihirli olan şeyin elinizdeki fotoğraf makinesi değil de, kalbinizdeki
pırılıtı olduğunu sizden sadece bir süre önce farketmiş birinin
sözleri de umarım en azından bir kaç kişi için bile olsa böyle bir
cesarete aracı olabilir. Sizlere (ilk önce ve) en çok sormaktan ve
yanlış yapmaktan korkmamanızı ve özellikle ilk başladığınızda
çevrenizin de pohpohlamasıyla (destek tabii ki önemli, gerekli ve
yüreklendirici bir itici güçtür ama fotoğraf gibi herkesin deklanşöre
bir kere bastığında -bile- fotoğraf çektiğini sanabileceği bir aracı
kullanırken bu konuda daha dikkatli olması gerekir diye düşünürüm) sizi hızla gerileteceği ve kendinizi görmenizi engelleyeceği,
erteleyeceği için yaptıklarınızı fazla beğenme tuzağına düşmemenizi
önerim. Çünkü unutmayın ki tek (ya da birkaç) fotoğrafla bahar olmaz.
Yakınlaşmadan ve yapılan yanlışların(ızın), korkuların(ızın) üzerine
cesaretle gitmeden ve derin bir sevgi hatta tutkuyla bağlanmadan
yapılan hiçbir işin kalıcı ve sürekli olabileceğin inanmıyorum.
Fotoğraf, bu yüksek aşk duygusuyla, bir gün ancak vazgeçmediğinizde
gelebilir. Peşinden inatla gittiğinizde, ve belki de tam "olmuyor,
çekemiyorum, beceremiyorum" dediğiniz, kendinizi çaresiz, yorgun ve
tükenmiş hissettiğiniz anda çektiğiniz son karede gelecektir. Bunu
önceleri fark edemeyebilirsiniz ama "kendinizi", kendinizde olanı
bilebilirsiniz ya da zamanla anlayabilir, ayrıştırabilirsiniz. Görüntü
sizden ne kadar uzak(ta)dır ve çektikçe, çekmekten vazgeçmedikçe (ve
yapılan diğer işleri, dünya fotoğrafını ve tartışmaları da izleyerek)
size nasıl ve ne kadar yakınlaşabilecektir hissedebilirsiniz. Buna
fotoğrafla gerçek karşılaşma bir anı da diyebiliriz - belki de hiç
bitmeyecek bir an, her fotoğrafla kendini yenileyen, her fotoğrafla
bir başka hikayeye, bakmaya yönelten ve böyle olduğu için de
canlılığını koruyan, kendini geliştiren bir süreç-. Görüntünün
birden geliverdiği, sahneden ok gibi fırlayarak size çarptığı bir
buluşma, yakınlaşma anı.
İlk
başlandığındaki en büyük tehlike bence beğenilmek adına başkalarının
çektiği gibi fotoğraflar çekmeye yönelmektir. Kendine ait bir
fotoğraf arayışında belki de kaçınılmaz olan bu sürecin kendi
fotoğrafınızı bulma sürecinin ilk adımları olması bir dereceye kadar
kabul edilebilir ama milyonlarcası dünyanın her köşesinde, her an
çekilmekte olan bir gün batımı ya da bir çiçek fotoğrafının yahut
kötü, örtüsü olmayan sehpa üzerinde duran siyah parlak tablada
içilmeden bırakılmış ve uzun külü düştü düşecek bir sigara
fotoğrafının (tercihan siyah-beyaz ve bir açıdan gelen bir dramatik,
abartılı ışık eşliğinde ) sizin fotoğrafınız olabilmesi için gereken
zaman, fotoğrafa ilk bakıldığında "bu .................'nın fotoğrafı"
dedirtecek kadar size ait bir yaklaşımla çekilebildiğindedir ve böyle
bir karenin çekilmesi gerçek (uzun) bir zamana gereksinim duyar. Ki bu
zaman fotoğrafçı olabilmek için yürünen ve geçilen yollara, sürekli
karşı-laşmalara, vazgeçmelere, iz bırakan aşklara, durmalara,
beklemelere, nefretlere, sayısız yakınlaşma ve uzaklaşamalara karşılık
gelen ömrün kendisidir aslında. Her fotoğrafla (kendindeki) bir
ötekinin keşfine doğru yeni bir yolculuğun başlatılabildiği, kendinle
karşılaşmanın farklı yollarının keşfedilebileceği ve bunun önemsendiği
uzun bir yolculuk. Bu yaşadıkça ve fotoğraf çektikçe sürecek ve
çoğalarak hayatınıza sinecek, iz bırakacak yolculukların neresinde
olursanız olun eğer elinizde, sizin fotoğrafınızı, kendinizde(n) olanı
görüntüleyecek bir fotoğraf makineniz varsa o zaman yalnız
değilsinizdir. Gördükleriniz, konuştuklarınız, baktıklarınız,
yazdıklarınız, hissettikleriniz ve düşündükleriniz gerçekten
içinizdekiler olmaya başlar. Artık içinize ayna tutmaya
başlamışınızdır. Suskunluklarınız dillenmeye, unuttuklarınız(ı)
hatırla(n)maya, önceden öyle görmedikleriniz bir başka
görünüme/görünmeye yüz tutarlar. Ve ama değişen o görüntüler değil,
içinizdeki ses, ve duygularınız kısaca sizsinizdir. Çektiğiniz
fotoğraflar ancak sizin değişmenizle, sizdeki değişmeler,
çeşitlenmeler ve (kendine yönelen iç) yolculuklar kadar ve sonunda
varolacak ve oradan çoğalacaktır.
Son söz olarak da şunu söylemek istiyorum: fotoğraf çekerken ve çekerek kendinize tuttuğunuz aynaya ne kadar içinizden
ve samimiyetle bakıyorsanız, karşınızdakini de o kadar görebilecek,
çektiğiniz fotoğraflar da o kadar kendinizin ve kendinizden olacaktır.
|