Bir yıl önceydi, Yusuf
Darıyerli'nin "Panayır"
ve Kemal Gök'ün "İzmit'ten
Deprem Görüntüleri" sergilerini izlemiştik. Çok beğendiğim,
anlayış olarak birbirine yakın bu iki sergiden yeterince söz
edememiş olmanın eksikliğini hep duydum.
İki sergi de gerçekçi yaklaşımda siyahbeyaz çalışmalardı.
Çok tekrarladığım çıkış noktam şudur; "gerçekçi ya da değil,
ne farkeder. Güzel mi, anlamlı mı, gizli yükleri var mı, baktıkça
genişlemekte ve derinleşmekte mi? Tekniği ve estetiği de ustalık
sergilemekte mi?". Ama... Galiba önce şu amayı birazcık açmam
gerekmekte.
Yetişme dönemimde, uzun yüzyıllardır olduğu gibi, sanat
somut bir anlatım, dinletim ya da bir sanat nesnesi ile sonuçlanan
çaba idi. Sanat, ustalıklı zanaat ile zenginleşirdi. Resim gibi;
tekrar sergilenebilir, müzede saklanabilir, fotoğraf teknikleri ile
kopyası alınıp çoğaltılabilirdi. Sonra anlayış değişti.
Gombrich ne demişti, "artık
sanat yok sanatçı var".. Nesne olarak sanat ürünü ortadan
kaybolmaya yöneldi. Bir an var; ama saklanamaz, çoğaltılamaz,
tekrar sergilenemez. Sonra yok. Geriye kalan "sanatçı" sadece kişiliği..
Beyin hücreleri geleneksel anlayışla biçimlenmiş ben, yeni anlayışı
ve arayışları anlamaya çalışsam ve desteklesem de, elime makinayı
aldığımda ortaya çıkan hep gerçekçi yaklaşım olmakta. İmreniyorum,
ne kadar kanatlı düşünceler ve soluklu çalışmalar diye iç geçiriyorum,
ama elim gitmiyor bir türlü..
Konuya hem olumlu ve hem de olumsuz bakışım var. Geleneksel
fotoğraf anlayışı ve tekniği ne zaman "sanat" düzeyine
varabilir?. Makinanın düğmesine her basışımız bir görüntüdür.
Peki sanat mıdır?. Ya
da marifet dağ, dere, tepe, ülke gezmek ve makinayı oralara taşımak
mıdır?. Görüntüler düşünce birikimi, özgün bir bakış, araştırma
ve yorum izleri taşımakta mıdır?. Düşünce yükünden daha az önemli
olmayarak, tüm yüzey sanatlarının ortak estetik değerlerini yansıtmakta
mıdır?. Ve ayrıca, olmazsa olmaz dediğim, teknik incelikler
yeterli güçle işlenmiş midir?. Hangi filim, ışık-mercek-ayarlar,
pozlama, geliştirme, baskı, hangi kağıt, hangi ağrandizör, hangi
geliştirici?. Örneğin renkli çalışanlar hangi filimi neden yeğlemekte,
merceklerinin niteliğini biliyorlar mı, hangi laboratuara götürmekte
ve nasıl bir sonuç ummaktalar?. Sayısal çalışanların alet sığası,
çözünürlüğü ve renk dengesi, mürekkep ve kağıt cinsi nedir?.
Günümüz sanat yorumlarında ise sanatçının düşünce yükü,
izleyicinin yükü ile birleşerek etkilenmeler, çağrışımlar
yaratsın istenmekte. Nesne olarak sanat ürünü gerilerde kaldığı
için malzemeyi kullanış incelikleri gündeme gelmeyebilmekte. Pek
çok örneğinde gördüğümüz gibi bazan sloganlara sığınıp
"uydurma-kaydırma" ile de yetinilebilmekte ve beceriksizlik,
yeteneksizlik laf ebeliği ile örtülebilmekte..
Yusuf Darıyerli ve Kemal Gök'ün sergilerini geleneksel
anlayışla hazırlandığı için değil fakat, gelişmiş düşünce,
araştırma ve bilinçli deneye bağlı yoğun emek harcanmış teknik
incelikle işlendikleri için çok beğenmiştim. Şimdi izlenimlerimi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yusuf Darıyerli
"Panayırlar" konusunu işlemişti. "Panayırlar çocukluğumdan anımsadığım bir tür şenlik. Düzce'de çok ilgimi çekerdi, seneden bir kez onbeş gün sürerdi. Yaşamdan bir dolu kesit taşıyan ve tüm ayrıntıları yaşayan bir ortam. O zaman TV de yoktu. Uçan sandalyeler, çadır gösterileri, türlü eğlenceler. Apollo seferinde ayda yürüyen astronotların filmini ilk defa panayırda görmüştüm"..
Anadolu'nun geleneksel etkinliklerinden biridir panayırlar ve ekonomik
yaşamın biçim değiştirmesiyle beraber hızla kaybolmaktalar. Panayırlar
sadece hayvan ve mal pazarı değil, her türlü eğlence ve yeme-içmenin
yer aldığı, kılık kıyafetten davranış biçimlerine tüm yerel özelliklerin
ve davranış biçimlerinin gözlendiği buluşma yerleridir. Fotoğraf açısından
özlemle andığım bir diğer kaybolan toplumsal buluşma ise çadır tiyatroları
ve cambazlardır. Ne yazık, Cumhuriyetimizin 80 yılındaki değişimleri
hiç saptamadık biz fotoğrafçılar.
Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı bir liste olduğunu öğreniyoruz Darıyerli'den. Panayırları dolaşarak o çok yönlü buluşmayı ve insan ilişkilerini ustaca gözlemiş. Ayrıntılara yönelmiş ve panayır başlığı altında pek çok alt konu geliştirdiğini söylemekte. Yoğunlaştıkça derinleşmek kaçınılmazdır. Böylesi çalışmalarda rastlantılara da yer vardır. Ancak rastlantıyı da fotoğrafçının sürekli çabası, emek harcayışı yaratır.
Siyahbeyazı yeğlemesinin nedeninin soruyorum; "Beynimizde algılanışı
ve etkisi farklı siyahbeyazın. Ayrıca baştan sona fotoğrafçının denetiminde"..
Daha önceki çalışmalarını da biliyorum, siyahbeyazın inceliklerine çok
emek harcadı Darıyerli. Konuyu saptamak, açıyı bulmak, tonlamayı düşlemek
ve teknik aşamalardan geçerek sonuçlandırmak, ancak teknik inceliklere
egemen olmakla olanaklıdır; "Çok değişik ışık koşulları, farklı filimler,
teknik güçlükler var tabi... Zone sisteme yaslanıyorum, tek yöntem de
o.. Zone 3-4-5'i seçiyorum, diğerlerini kendi haline bırakıyorum. Genişletme-daraltma
yapıyorum yıkamada"..
Siyahbeyazın inceliklerini, ünlü Zone Sistem ile
matematik verilere dayandıran Ansel Adams anılarında şunu da
yazmakta, "Çekim, geliştirme
ve baskıda ayrıntılara takılırsanız bütünü gözden kaçırırsınız.
Konserde piyanistin tek tek notaları düşünmeyip kendisini bütünün
akışına bırakması gibi".. Darıyerli de çekimde (filim
kutusunun üzerinde yazan ISO'yu irdelemekten başlar), geliştirmede ve baskıda çok duyarlı. Her aşamada
kontrast denetimi, baskıda bolca yakma-açma yapmakta. Asetat maske,
delikli karton ya da ellerle. Ağrandizör objektifinden geçip kağıda
doğru genişleyen ışığın içinde büyü yapar gibi..
Çalışmasını sürdürüyor, ayrıntılara
iniyor, birikimleri artıyor ve bir albüm düşlüyor. Günümüzde
kavramsal yaklaşım yaygın iken neden belgesel diye soruyorum; "Panayırlar
insanlarımızın etkin olarak katıldıkları şenlik ortamları. Batıda
kentlerde de bu tür etkinlikler pek çok. Bizler kentlerde TV karşısında
eylemsiz kaldık. Belgesel fotoğrafın gücüne inanıyorum;
bilgilendiriyor, etkiliyor, ilgilendiriyor, düşündürüyor. İnsanlık
halleri sergileyen görüntüleri önemsiyorum. Özel açıları,
konuyu ve estetiğini paylaşmak bana ilginç geliyor"..
Kemal
GÖK ise "İzmit
Depremi" hemen sonrasında bölgeye
koşmuş, çekimlerine başlamış ve iki yıllık bir çabanın ürünlerini
sergilemişti. "Bir hafta
sonradan başlayarak ayda üç-dört kez gittim. Ortam çok yoğundu,
gelen giden, çalışan üzülen.. Önce tepkilerle karşılaştım,
sonra yakınlıklar kuruldu. Çok kişiyi tanıdım, paylaştım. Yardımcı
da oldular". Çadırlarda yattığını, hüzün dolu anları
paylaştığını biliyorum. Toplumsal bellekte, canlılığını ve
etkisini koruyarak kalacak görüntüler oluşturarak bir anlamda görev
yaptı. "Bu konu İç
Anadolu'da, Trakyada da olabilirdi. İnsan yaşamının böyle
yerlerde nasıl sürdüğünü, neler yaşadıklarını görüntülemek
istedim. Nasıl
beceriyorlar yaşamı sürdürmeyi bu koşullarda, ki deprem olmasa da
ülkemizde önemli bir nüfus benzer koşullarda yaşamakta. Köylerde,
kentlerde"..
1930 sonrasında, küçülen makinaların ve gelişen
duyarkatların sağladığı olanakla desteklenerek yeni bir fotoğrafçı
nesli doğmuştu. Kendisine özgü düşüncesi, seçimi ve yorumu
olan düşünür-sanatçı karşımı fotoğrafçı.. Önce
derinlemesine sosyal gözlem yapılır ve fotoğrafçı, gözlemci,
yorumcu yetenekleri bütünleşir. Dramatik ışık-gölge oyunları
ile konuların gizemi güçlendirilir. Konu genellikle alt sosyal
kesimlerdir. Tüm estetik değerleri katarak küçük anlara egemendir
fotoğrafçı ve bu "işte o an"dır.. İnsanın dramı, hüznü görsel
senfonilere dönüştürülür. Brassai şöyle demişti, "Sadece
yaşamın içinden çıkıp gelen görüntüler insan belleğinde
derin izler bırakır. Orada kalır ve unutulmaz olur". FSA fotoğrafçılarından
Margaret Bourke White ile çalışan yazar E.Caldwell ise şunları
yazacaktır, "Gördüğüm acılar
beni derinden etkiledi ve insanın fotoğrafa, ölçek versin diye
eklenen bir leke olmadığını anladım".. Darıyerli ve Gök,
olayların içindeki insanın tinsel titreşimlerini de yansıtan
davranış biçimlerini gözlemeye yönelenlerden. Ve bunu
teknik-estetik yetkinlikle yaparak..
Kemal Gök de, Yusuf Darıyerli gibi, "yaşamdan
kesitlere ve insan yüreğinin sıcaklığına" duyarlı olmakla
yetinmiyor. Siyahbeyazın bütün aşamalarında denetimi elden bırakmıyor.
İç mekanlarda 3200.ASA'yı 1600'de kullanmış, dışarıda
100.ASA - N+1 çalışmış. Baskıları 50/60. "Renkli çalışamadım. Bir şey yaptığım zaman tüm ayrıntılarını
kendim biçimlemeliyim. Her baskıyı yarım gün ve bazan bir günde
hazırlamışımdır. Şimdi baktığımda keşke şurasını yaksaydım
ya da açsaydım diyorum. Vurgulanması gereken ayrıntılarını görüyorum.
Doğrudur, fotoğraf karanlık odada biter". Gök'ün bir özelliği
de sehpasız çalışmaması.
Gündüz işinde ama aklı oralarda, "daha
neler yapabilirim" diye düşünüyor ya da yaşam zorluklarından
kurtulamamış olanların yanında olmayı düşlüyor.
Yusuf Darıyerli serbest çalışıyor. Kemal Gök, Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi Fotoğraf&Video Programı karanlık odasında
bildiklerini öğrencilere aktarıyor. Fotoğraf yolunda ilerlemek isteyenlerin
her ikisinden de alabilecekleri pek çok birikimleri var.
|