>
 
   
     
 
   

Mehmet BAYHAN

Fotograf üzerine yazılar
Prof.Mehmet BAYHAN
 
 
              DARIYERLİ VE GÖK'ÜN SERGİLERİ
 

            Bir yıl önceydi, Yusuf Darıyerli'nin "Panayır" ve Kemal Gök'ün "İzmit'ten Deprem Görüntüleri" sergilerini izlemiştik. Çok beğendiğim, anlayış olarak birbirine yakın bu iki sergiden yeterince söz edememiş olmanın eksikliğini hep duydum.

            İki sergi de gerçekçi yaklaşımda siyahbeyaz çalışmalardı. Çok tekrarladığım çıkış noktam şudur; "gerçekçi ya da değil, ne farkeder. Güzel mi, anlamlı mı, gizli yükleri var mı, baktıkça genişlemekte ve derinleşmekte mi? Tekniği ve estetiği de ustalık sergilemekte mi?". Ama... Galiba önce şu amayı birazcık açmam gerekmekte.

            Yetişme dönemimde, uzun yüzyıllardır olduğu gibi, sanat somut bir anlatım, dinletim ya da bir sanat nesnesi ile sonuçlanan çaba idi. Sanat, ustalıklı zanaat ile zenginleşirdi. Resim gibi; tekrar sergilenebilir, müzede saklanabilir, fotoğraf teknikleri ile kopyası alınıp çoğaltılabilirdi. Sonra anlayış değişti. Gombrich ne demişti, "artık sanat yok sanatçı var".. Nesne olarak sanat ürünü ortadan kaybolmaya yöneldi. Bir an var; ama saklanamaz, çoğaltılamaz, tekrar sergilenemez. Sonra yok. Geriye kalan "sanatçı" sadece kişiliği.. Beyin hücreleri geleneksel anlayışla biçimlenmiş ben, yeni anlayışı ve arayışları anlamaya çalışsam ve desteklesem de, elime makinayı aldığımda ortaya çıkan hep gerçekçi yaklaşım olmakta. İmreniyorum, ne kadar kanatlı düşünceler ve soluklu çalışmalar diye iç geçiriyorum, ama elim gitmiyor bir türlü..

            Konuya hem olumlu ve hem de olumsuz bakışım var. Geleneksel fotoğraf anlayışı ve tekniği ne zaman "sanat" düzeyine varabilir?. Makinanın düğmesine her basışımız bir görüntüdür. Peki sanat mıdır?.  Ya da marifet dağ, dere, tepe, ülke gezmek ve makinayı oralara taşımak mıdır?. Görüntüler düşünce birikimi, özgün bir bakış, araştırma ve yorum izleri taşımakta mıdır?. Düşünce yükünden daha az önemli olmayarak, tüm yüzey sanatlarının ortak estetik değerlerini yansıtmakta mıdır?. Ve ayrıca, olmazsa olmaz dediğim, teknik incelikler yeterli güçle işlenmiş midir?. Hangi filim, ışık-mercek-ayarlar, pozlama, geliştirme, baskı, hangi kağıt, hangi ağrandizör, hangi geliştirici?. Örneğin renkli çalışanlar hangi filimi neden yeğlemekte, merceklerinin niteliğini biliyorlar mı, hangi laboratuara götürmekte ve nasıl bir sonuç ummaktalar?. Sayısal çalışanların alet sığası, çözünürlüğü ve renk dengesi, mürekkep ve kağıt cinsi nedir?.

            Günümüz sanat yorumlarında ise sanatçının düşünce yükü, izleyicinin yükü ile birleşerek etkilenmeler, çağrışımlar yaratsın istenmekte. Nesne olarak sanat ürünü gerilerde kaldığı için malzemeyi kullanış incelikleri gündeme gelmeyebilmekte. Pek çok örneğinde gördüğümüz gibi bazan sloganlara sığınıp "uydurma-kaydırma" ile de yetinilebilmekte ve beceriksizlik, yeteneksizlik laf ebeliği ile örtülebilmekte..

            Yusuf Darıyerli ve Kemal Gök'ün sergilerini geleneksel anlayışla hazırlandığı için değil fakat, gelişmiş düşünce, araştırma ve bilinçli deneye bağlı yoğun emek harcanmış teknik incelikle işlendikleri için çok beğenmiştim. Şimdi izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

           Yusuf Darıyerli "Panayırlar" konusunu işlemişti. "Panayırlar çocukluğumdan anımsadığım bir tür şenlik. Düzce'de çok ilgimi çekerdi, seneden bir kez onbeş gün sürerdi. Yaşamdan bir dolu kesit taşıyan ve tüm ayrıntıları yaşayan bir ortam.  O zaman TV de yoktu. Uçan sandalyeler, çadır gösterileri, türlü eğlenceler. Apollo seferinde ayda yürüyen astronotların filmini ilk defa panayırda görmüştüm"..

            Anadolu'nun geleneksel etkinliklerinden biridir panayırlar ve ekonomik yaşamın biçim değiştirmesiyle beraber hızla kaybolmaktalar. Panayırlar sadece hayvan ve mal pazarı değil, her türlü eğlence ve yeme-içmenin yer aldığı, kılık kıyafetten davranış biçimlerine tüm yerel özelliklerin ve davranış biçimlerinin gözlendiği buluşma yerleridir. Fotoğraf açısından özlemle andığım bir diğer kaybolan toplumsal buluşma ise çadır tiyatroları ve cambazlardır. Ne yazık, Cumhuriyetimizin 80 yılındaki değişimleri hiç saptamadık biz fotoğrafçılar.

           Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı bir liste olduğunu öğreniyoruz Darıyerli'den. Panayırları dolaşarak o çok yönlü buluşmayı ve insan ilişkilerini ustaca gözlemiş. Ayrıntılara yönelmiş ve panayır başlığı altında pek çok alt konu geliştirdiğini söylemekte. Yoğunlaştıkça derinleşmek kaçınılmazdır. Böylesi çalışmalarda rastlantılara da yer vardır. Ancak rastlantıyı da fotoğrafçının sürekli çabası, emek harcayışı yaratır.

            Siyahbeyazı yeğlemesinin nedeninin soruyorum; "Beynimizde algılanışı ve etkisi farklı siyahbeyazın. Ayrıca baştan sona fotoğrafçının denetiminde".. Daha önceki çalışmalarını da biliyorum, siyahbeyazın inceliklerine çok emek harcadı Darıyerli. Konuyu saptamak, açıyı bulmak, tonlamayı düşlemek ve teknik aşamalardan geçerek sonuçlandırmak, ancak teknik inceliklere egemen olmakla olanaklıdır; "Çok değişik ışık koşulları, farklı filimler, teknik güçlükler var tabi... Zone sisteme yaslanıyorum, tek yöntem de o.. Zone 3-4-5'i seçiyorum, diğerlerini kendi haline bırakıyorum. Genişletme-daraltma yapıyorum yıkamada"..

Siyahbeyazın inceliklerini, ünlü Zone Sistem ile matematik verilere dayandıran Ansel Adams anılarında şunu da yazmakta, "Çekim, geliştirme ve baskıda ayrıntılara takılırsanız bütünü gözden kaçırırsınız. Konserde piyanistin tek tek notaları düşünmeyip kendisini bütünün akışına bırakması gibi".. Darıyerli de çekimde (filim kutusunun üzerinde yazan ISO'yu irdelemekten başlar), geliştirmede ve baskıda çok duyarlı. Her aşamada kontrast denetimi, baskıda bolca yakma-açma yapmakta. Asetat maske, delikli karton ya da ellerle. Ağrandizör objektifinden geçip kağıda doğru genişleyen ışığın içinde büyü yapar gibi..

Çalışmasını sürdürüyor, ayrıntılara iniyor, birikimleri artıyor ve bir albüm düşlüyor. Günümüzde kavramsal yaklaşım yaygın iken neden belgesel diye soruyorum; "Panayırlar insanlarımızın etkin olarak katıldıkları şenlik ortamları. Batıda kentlerde de bu tür etkinlikler pek çok. Bizler kentlerde TV karşısında eylemsiz kaldık. Belgesel fotoğrafın gücüne inanıyorum; bilgilendiriyor, etkiliyor, ilgilendiriyor, düşündürüyor. İnsanlık halleri sergileyen görüntüleri önemsiyorum. Özel açıları, konuyu ve estetiğini paylaşmak bana ilginç geliyor"..

 

            Kemal GÖK ise "İzmit Depremi" hemen sonrasında bölgeye koşmuş, çekimlerine başlamış ve iki yıllık bir çabanın ürünlerini sergilemişti. "Bir hafta sonradan başlayarak ayda üç-dört kez gittim. Ortam çok yoğundu, gelen giden, çalışan üzülen.. Önce tepkilerle karşılaştım, sonra yakınlıklar kuruldu. Çok kişiyi tanıdım, paylaştım. Yardımcı da oldular". Çadırlarda yattığını, hüzün dolu anları paylaştığını biliyorum. Toplumsal bellekte, canlılığını ve etkisini koruyarak kalacak görüntüler oluşturarak bir anlamda görev yaptı. "Bu konu İç Anadolu'da, Trakyada da olabilirdi. İnsan yaşamının böyle yerlerde nasıl sürdüğünü, neler yaşadıklarını görüntülemek istedim.  Nasıl beceriyorlar yaşamı sürdürmeyi bu koşullarda, ki deprem olmasa da ülkemizde önemli bir nüfus benzer koşullarda yaşamakta. Köylerde, kentlerde"..

            1930 sonrasında, küçülen makinaların ve gelişen duyarkatların sağladığı olanakla desteklenerek yeni bir fotoğrafçı nesli doğmuştu. Kendisine özgü düşüncesi, seçimi ve yorumu olan düşünür-sanatçı karşımı fotoğrafçı.. Önce derinlemesine sosyal gözlem yapılır ve fotoğrafçı, gözlemci, yorumcu yetenekleri bütünleşir. Dramatik ışık-gölge oyunları ile konuların gizemi güçlendirilir. Konu genellikle alt sosyal kesimlerdir. Tüm estetik değerleri katarak küçük anlara egemendir fotoğrafçı ve bu "işte o an"dır.. İnsanın dramı, hüznü görsel senfonilere dönüştürülür. Brassai şöyle demişti, "Sadece yaşamın içinden çıkıp gelen görüntüler insan belleğinde derin izler bırakır. Orada kalır ve unutulmaz olur". FSA fotoğrafçılarından Margaret Bourke White ile çalışan yazar E.Caldwell ise şunları yazacaktır, "Gördüğüm acılar beni derinden etkiledi ve insanın fotoğrafa, ölçek versin diye eklenen bir leke olmadığını anladım".. Darıyerli ve Gök, olayların içindeki insanın tinsel titreşimlerini de yansıtan davranış biçimlerini gözlemeye yönelenlerden. Ve bunu teknik-estetik yetkinlikle yaparak..

            Kemal Gök de, Yusuf Darıyerli gibi, "yaşamdan kesitlere ve insan yüreğinin sıcaklığına" duyarlı olmakla yetinmiyor. Siyahbeyazın bütün aşamalarında denetimi elden bırakmıyor. İç mekanlarda 3200.ASA'yı 1600'de kullanmış, dışarıda 100.ASA - N+1 çalışmış. Baskıları 50/60. "Renkli çalışamadım. Bir şey yaptığım zaman tüm ayrıntılarını kendim biçimlemeliyim. Her baskıyı yarım gün ve bazan bir günde hazırlamışımdır. Şimdi baktığımda keşke şurasını yaksaydım ya da açsaydım diyorum. Vurgulanması gereken ayrıntılarını görüyorum. Doğrudur, fotoğraf karanlık odada biter". Gök'ün bir özelliği de sehpasız çalışmaması.

            Gündüz işinde ama aklı oralarda, "daha neler yapabilirim" diye düşünüyor ya da yaşam zorluklarından kurtulamamış olanların yanında olmayı düşlüyor.

                Yusuf Darıyerli serbest çalışıyor. Kemal Gök, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Fotoğraf&Video Programı karanlık odasında bildiklerini öğrencilere aktarıyor. Fotoğraf yolunda ilerlemek isteyenlerin her ikisinden de alabilecekleri pek çok birikimleri var.

Prof. Mehmet BAYHAN

 

YUSUF DARIYERLİ - PANAYIRLAR

KEMAL GÖK - İZMİT'TEN DEPREM GÖRÜNTÜLERİ
 

Prof. Mehmet BAYHAN

 

 
.