>
 
   
     
 
   
Mehmet BAYHAN Fotograf üzerine yazılar
Prof. Mehmet BAYHAN
 
          ÇIPLAK!.

          Beklenmedik soğuk günlerde çıplaklık nereden çıktı diyebilirsiniz. Vallahi Ağustos sıcağında düşünmüştüm.. Bu gün, şu iş derken geldik 2002'ye. Simetrik bir yıl diye mistik düşler kurmaktaydım ki ilk otuz günü geride kalmakta bile. Ne kadar da hızlı. Ömür de böylesine hızla geçmekte, makaradan boşalan iplik ya da kum saatinde akan kum gibi. O anı yakalarsanız var, sonra yok. Tükeniveriyor. "O an" kavramını fotoğrafçılar kadar derinden anlayan olabilir mi.. Bazan fotoğraflarımızın tüm zamanları kapsadığı da olmakta, ama işte o an. Ne yapacaksanız, ne düşlüyorsanız yarına ertelemeyin dostlar.

          Ağustos'da, sıcaktan kavrulup bunaldığımız günlerde çıplaklığı düşünmek olağan olsa gerek.. Kent niteliğini çoktan kaybetmiş İstanbul'un yapış yapış havasında, asfalttan ve betondan yansıyan ışımanın ortasında, mikrofırındaki horoz gibi. (Doğaldır ki tavuk diyemedim!). Bazan "kral çıplak" diye haykırmak da olası. Tabi o mutlak gerçeğin kişisel olarak yakalayabildiğimiz kadarını. Herkesin gerçeği farklı ise uzlaşma nasıl sağlanacaktır.. Ama insan olmuş insan; kültür aşamalarından geçmiş, eleştirel bakışı edinmiş insan düşünme ve yargılama yöntemi de geliştirmiştir. Keyiflerden ya da ben böyle istiyorumlardan değil de matematik verilerden yola çıkıldığında herkesin doğruda birleşmesi gerekir.

          Sanatın tüm dallarında çok işlenmiştir çıplak. Bugünlerde bir tiyatromuzda da çıplaklığın çekiciliğine sığınılmakta, batıdan yirmibeş yıl sonra. İran ve Afganistan'ın daha elli yılı var. Çıplak kavramı önce kültürle ilgilidir, her şey gibi. Kültürel birikime, düzeye göre değerlendirilir. İsteyen sanatın hazlarını arar, isteyen etinin sesini dinler. Peki, ikisi birbirinden farklı şeyler midir?. Beynin kıvrımlarında dolaşmak bedenin devinimini unutturmalı mıdır?.

Gençliğimde (ah geçen hafta mıydı) mimarlık döneminde, üç gün uyumadan çalışır ve sonra Mahmutpaşa hamamına giderdim. 1466'da yapılmış, İstanbul'un en büyük hamamı idi, şimdi çarşı oldu. Bomboş koca hamamda göbektaşına yatar düşünürdüm. Nasreddin Hoca'nın öyküsündeki gibi insanlar giysilerinin ve sosyal konumlarının arkasına saklanmaya pek meraklılar. Hepsinden sıyrılıp göbek taşına gelsinler orada konuşalım.. Saklayacakları ve tafraları olmadan.

Dışarıda bir ülkede birileri "sizin ülkenizde yasak, değil mi" demişti. O ülkelere sergi ve benzeri bir şeyler yollarken çıplak da olsun çabasında oldum, "hayır, bizi ne sanıyorsunuz" demek ister gibi. Vaktiyle bir Alman yazdıydı, Türkiye'de çıplak çalışmak istiyormuş, bir köy ve modellik yapacak köylü kızları bulur muymuşum.. Ne yanıt verdiğimi tahmin edersiniz.

İliada'da Homeros'un bedensel tanımlamaları çok görkemlidir. Kargının tunç ucunun bedene girip kasları parçalamasını bile şehvetle anlatır. Rönesans resminde sanki bedene tapınma vardır. Bedenin tüm bölümleri görkemli nesnelermiş gibi kutsanır. Mitolojik ve dinsel resimde beden sonsuz ruhun geçici kabıdır. Konuyu böyle belirleyince çıplaklıkta dur durak yoktur. Dinsel çıplağın cinselliği, ki çoğu zaman oldukça belirgindir, tinsel içerikleri ile uyumsuz değildir. Sanatçıların ve dinadamı akıl hocalarının evreninde üretimsel itici gücün ana bölümüdür. Gerçekte cinsellik, varoluşun en çok kutsanan ve bazan haksızca ayıplanan bağışıdır.

Çıplak fotoğrafı resim geleneğinden çağdaş anlayışa uzanır. Artık dinsel yükler yoktur fakat güçlü şiirsel duyarlık vardır. Beynimizdeki bazı estetik teller insan bedeninin melodisine akortludur ve tınlamaya başladığında görsel ve duygusal hazzın çeşitlemelerine götürür. Rodin şöyle demiş, "insan bedeni tinsel yapının aynasıdır ve güzelliği oradan gelir".

Fotoğraf başladıktan kısa süre sonra konular arasında çıplak da yerini almıştı. 1840'da erotik ve hatta pornografik dagerotipler yapılmaktaydı. 1850'lerde cam negatif ve kağıda baskı ile beraber stereoskopik seri üretim başladı. Ressamların desen çalışabilmesi için albümler satılıyordu. 1860'larda çıplak kartpostallar açık olarak postaya kabul edilmiyordu ve İngiltere'de "sergilenenler çok gerçek" diye yargıya başvurulmuştu. (Şimdilerde vazgeçildi galiba ama biz de poşete sokmamış mıydık..). 1933'de Michelangelo'nun Sistin Şapel fresklerini gösteren bir albüm "dehşetli pornografik" diye New York gümrüğüne takılmış..

İnsan bedeninin çıplaklığı ve fotoğrafın gerçekçiliği diğer sanatların tersine bir etki yaratmış ve 19.YY'ın sonuna doğru kaba gerçeği aşmak için bromoil, gum-bikromat gibi teknikler kullanılmıştır. İzlenimci resmin fotoğraftaki yansıması gibi. Objektif önündeki her şeyi ayırt etmeden kaydeder. İnsan gözü farklıdır. Seçer, düzeltir, tamamlar, değişik bölümlere odaklanır veya farklı yorumlara ulaşılmasını getirir. Çünkü gören göz değil beyindir. Beyin ise bilgi, deney birikimine ve duygusal yüke göre yorumlar. Göz insan seçiciliğini, objektif kesin optik aktarımı simgeler. İkisi fotoğraf ve sinemada birleştiğinde, gerçeği ayrıntıları ile veren ama öznel yorumla çeşitlendirmeye açık bir aktarış çıkar. Kolayca estetiğin dışına çıkıp adileşebilir ve bu nedenle zordur. Nitelikli bir çıplak fotoğrafı ile playboy fotoğrafı arasındaki fark hemen belli olur. Heveslenen, ama makinayı eline alınca çıplağın karşısında bocalayan çok kişi gördüm. Alışmak, rahatlamak ve modeli de rahatlatmak gerekir herhalde. Ne bileyim, pek denemedim ki..

Çıplak fotoğrafında estetik, resim ve teknik değerlerin bütünleşmesi vardır. Şiirsel imge sanatsal duyarlıkla sunulmalıdır. Yeryüzü kıvrımlarının fotoğraflanması ile çıplak arasında pek de fark olduğunu sanmıyorum. Her ikisinde de gözü etkileyen biçimler vardır ama farklı nedenlerle. İnsan bedeni yaşayan etin gerçeğini yansıtır. En küçük ayrıntı rahatsız edici, itici gelebilir. Modelin de bu inceliklerin farkına varması ve rahatlaması gerekir. Mona Lisa'nın yapılması neden dört yıl sürmüştür.. Ama söylenceye göre Goya çıplak kontesini bir gecede boyamıştı.

          19.YY çıplak fotoğrafında genellikle yüz kapalıdır. Steichen'in 1906 tarihli ünlü çıplağında da yüz görünmez. 1930'larda Drtikol'un gölgeler ve geometrik elemanlarla bütünleştirdiği ya da çağdaş Saudek'in siyahbeyazı elle renklendirdiği muzır çıplaklarında yüz açıktadır. Weston, biberleri ve midye kabukları kadar özen göstererek kayalar-tepeler-bulutlar gibi işler çıplağı. Witkin morgdan cesetler toplar. Brand çok geniş açı iğne-ucu ile biçimsel bozulmalar yaratır. Eugene Smith'in 1972 tarihli "Tomoko Banyoda"sı da çıplaktır ama her bakışımda evreni yüreğime tıkıştırır ve göz yaşlarımı akıtır. Emmet Gowin aile çevresinde bireyler arasındaki kişisel ve ortak moral durumları yansıtır. Bedenler çıplaktır fotoğraflar değil.. Jeanloup Sieff'in siyahbeyaz çıplakları düzenleme, ışık ve tonlama gücü ile erotizmi aşar. Lee Friedlander'in bir çıplak albümü var, objektiften gözlerimizin içine bakan ve hiç sakınmayan, flaşla aydınlatılıvermiş kadınlar. Eti, kanı, duygusu ile canlı ve sağlam. Ama üçüncü sayfada fark edilir ki anlatılan beden değil tavırlar, huylar ve olası davranış biçimidir. Daha önceleri ne demiştik, fotoğrafa ne görünüyor diye bakılıyorsa yazık, görünmeyen aranmalıdır. David Hamilton ondört-onyedi yaşındakilerle çalışır, objektifini zımparalayıp izlenimci etkiyi oluşturarak. Hidalgo da bir ara çıplaklarla oynadı, tadını kaçırarak. Birde Dominik Alterio gibileri var, hani bana mektup yazan almanı anımsayın.. Robert Mapplethorp'u unutmamalıyız, eşcinsel ve aids'den ölen büyük fotoğrafçıyı. Erkek çıplaklarında ilk bakışta cinsellik var gibi gelir. Ama sayfaları çevirdikçe sanatsal gücünü, yüreğinin titreşimini, varoluşunu ve acılarını haykırışını yakalarsınız. Fotoğraflar çıplak olmaktan çıkar, geriye içtenliği ve yaşam enerjisi kalır. İtiraf etmeliyim ki bu albümü derslerde öğrencilere göstermekte duraksadım hep, görünene mi bakarlar yoksa görünmeyeni ararlar mı diye. Belki de göstermeliyim ve irdelenmesini, konuşulmasını sağlamalıyım.

          Gelelim kıssadan hisseye, bunca gevezeliği neden ettim. Bizim ortamımızda da bazan çıplak çalışmalarını sergileyenler olmakta.. Internet ortamında da gördük. Sanki "ben çıplak da çalıştım, birilerini soydum" der gibi. Yüzleri göstermemenin bir yolunu uydurup, cafcaflı bir başlık da atarak. Ama hepsi o kadar. Zaten epeyi zamandır tüm sanat dallarımızda ayni anlayış yankılanmakta, ortada iş yok ama diz boyu laf var..

          Fotoğraf eğitimi almışlardan Derya AVCUOĞLU'nun çıplak sergisini izlemiştik geçen yıl. Her yönü ile çok güzeldi. Ama Derya, öğrenciliği sırasında da ısrarla bu konuyu çalışmaktaydı ve nasıl geliştiririm diye sıkıntıya girmekteydi. Ayrıca modeliyle uyuşumu yakalamıştı. Biliyorum ki şimdilerde beynini yormakta, tekrarlara düşmeden daha neler yapabilirim diye araştırmakta. Umarım bir olanak yaratır ve görüntülerinden bazıları sizlere ulaştırılabilir.

          Yakınlarda elime geçen bir albümden bazı kareleri, ilginizi çekeceğini umarak aktarıyorum. Kolombiya'dan Ana Lucia Pérez Tobon, kısaca Lucan diye anılıyor, albümü "Light Sculptures". Çok değişik biçimleme yaratmış. Ama bazı sorunları var gibi, alt bölgeler ve geri alanlarda..

          En başa dönelim. Hep beraber doğrulup birilerine karşı "Heeey uyanın, kral çıplak" desek mi artık?.

Fotograf : Derya AVCUOĞLU
  
Fotograf : Derya AVCUOĞLU
  
Fotograf : Derya AVCUOĞLU
 
Fotograf : Derya AVCUOĞLU
 
Fotograf : Derya AVCUOĞLU
  
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon
 
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon
 
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon
 
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon
 
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon
 
Fotograf : Ana Lucia Pérez Tobon

Sevgilerimle

Prof. Mehmet BAYHAN

       Çıplaklığın sanatın her dalında neden bu denli  işlenmiş olduğunu düşündüğümde, aklıma şu geliyor: Belki de asıl ulaşılmak istenen bedenin kıvrımları arasından, ruhun kıvrımlarını görebilme çabasıdır. İnsanları yüzyıllar boyu peşinden koşturan gizem buradadır belki de. Çıplak insan bedenine bakarken duyulan cinsel haz bile, belki de içinde o insanın ruhuna biraz daha yakınlaşabilme olasılığını da barındırır. İnsan bedeni çok estetik. Ama salt estetik değerinden yola çıkılarak kullanıldığında, sanat eserinde kullanılan her hangi bir konu olmaktan öteye gitmiyor. Belki de bedensel soyunma, ruhsal soyunmaya geçişten bir önceki asama diye düşünülmüştür. Çıplak beden her zaman mahremiyetini korumuş ama asıl mahrem kalan şey ruhumuz olmuş hep. Ve giysilerimiz ruhsal örtülerimizin fiziksel bir yansıması olmuş sanki. 

       Neyse ki, ne kadar giyinsek de çıplaklığını örtemediğimiz bir organımız var: Gözlerimiz... Keşke -gerçekten- soyunabilsek. Keşke insanların bedensel olarak değil ama ruhsal olarak kat kat örtülere sarındığı bu çağda, bir kral çıksa ve göğsünü gere gere "ben çıplağım" diyebilse. 

Saygılarımla, 
Neslihan Mollaoğlu

 

.