Beklenmedik soğuk günlerde çıplaklık nereden çıktı diyebilirsiniz.
Vallahi Ağustos sıcağında düşünmüştüm.. Bu gün, şu iş derken geldik
2002'ye. Simetrik bir yıl diye mistik düşler kurmaktaydım ki ilk otuz
günü geride kalmakta bile. Ne kadar da hızlı. Ömür de böylesine hızla
geçmekte, makaradan boşalan iplik ya da kum saatinde akan kum gibi.
O anı yakalarsanız var, sonra yok. Tükeniveriyor. "O an" kavramını
fotoğrafçılar kadar derinden anlayan olabilir mi.. Bazan fotoğraflarımızın
tüm zamanları kapsadığı da olmakta, ama işte o an. Ne yapacaksanız,
ne düşlüyorsanız yarına ertelemeyin dostlar.
Ağustos'da, sıcaktan kavrulup bunaldığımız günlerde çıplaklığı düşünmek
olağan olsa gerek.. Kent niteliğini çoktan kaybetmiş İstanbul'un yapış
yapış havasında, asfalttan ve betondan yansıyan ışımanın ortasında,
mikrofırındaki horoz gibi. (Doğaldır
ki tavuk diyemedim!). Bazan "kral çıplak" diye haykırmak da olası.
Tabi o mutlak gerçeğin kişisel olarak yakalayabildiğimiz kadarını.
Herkesin gerçeği farklı ise uzlaşma nasıl sağlanacaktır.. Ama insan
olmuş insan; kültür aşamalarından geçmiş, eleştirel bakışı edinmiş
insan düşünme ve yargılama yöntemi de geliştirmiştir. Keyiflerden
ya da ben böyle istiyorumlardan değil de matematik verilerden yola
çıkıldığında herkesin doğruda birleşmesi gerekir.
Sanatın tüm dallarında çok işlenmiştir çıplak. Bugünlerde bir tiyatromuzda
da çıplaklığın çekiciliğine sığınılmakta, batıdan yirmibeş yıl sonra.
İran ve Afganistan'ın daha elli yılı var. Çıplak kavramı önce kültürle
ilgilidir, her şey gibi. Kültürel birikime, düzeye göre değerlendirilir.
İsteyen sanatın hazlarını arar, isteyen etinin sesini dinler. Peki,
ikisi birbirinden farklı şeyler midir?. Beynin kıvrımlarında dolaşmak
bedenin devinimini unutturmalı mıdır?.
Gençliğimde (ah geçen hafta mıydı) mimarlık
döneminde, üç gün uyumadan çalışır ve sonra Mahmutpaşa hamamına giderdim.
1466'da yapılmış, İstanbul'un en büyük hamamı idi, şimdi çarşı oldu.
Bomboş koca hamamda göbektaşına yatar düşünürdüm. Nasreddin Hoca'nın
öyküsündeki gibi insanlar giysilerinin ve sosyal konumlarının arkasına
saklanmaya pek meraklılar. Hepsinden sıyrılıp göbek taşına gelsinler
orada konuşalım.. Saklayacakları ve tafraları olmadan.
Dışarıda
bir ülkede birileri "sizin ülkenizde yasak, değil mi" demişti. O ülkelere
sergi ve benzeri bir şeyler yollarken çıplak da olsun çabasında oldum,
"hayır, bizi ne sanıyorsunuz" demek ister gibi. Vaktiyle bir Alman
yazdıydı, Türkiye'de çıplak çalışmak istiyormuş, bir köy ve modellik
yapacak köylü kızları bulur muymuşum.. Ne yanıt verdiğimi tahmin edersiniz.
İliada'da
Homeros'un bedensel tanımlamaları çok görkemlidir. Kargının tunç ucunun
bedene girip kasları parçalamasını bile şehvetle anlatır. Rönesans
resminde sanki bedene tapınma vardır. Bedenin tüm bölümleri görkemli
nesnelermiş gibi kutsanır. Mitolojik ve dinsel resimde beden sonsuz
ruhun geçici kabıdır. Konuyu böyle belirleyince çıplaklıkta dur durak
yoktur. Dinsel çıplağın cinselliği, ki çoğu zaman oldukça belirgindir,
tinsel içerikleri ile uyumsuz değildir. Sanatçıların ve dinadamı akıl
hocalarının evreninde üretimsel itici gücün ana bölümüdür. Gerçekte
cinsellik, varoluşun en çok kutsanan ve bazan haksızca ayıplanan bağışıdır.
Çıplak
fotoğrafı resim geleneğinden çağdaş anlayışa uzanır. Artık dinsel
yükler yoktur fakat güçlü şiirsel duyarlık vardır. Beynimizdeki bazı
estetik teller insan bedeninin melodisine akortludur ve tınlamaya
başladığında görsel ve duygusal hazzın çeşitlemelerine götürür. Rodin
şöyle demiş, "insan bedeni tinsel yapının aynasıdır ve güzelliği oradan
gelir".
Fotoğraf
başladıktan kısa süre sonra konular arasında çıplak da yerini almıştı.
1840'da erotik ve hatta pornografik dagerotipler yapılmaktaydı. 1850'lerde
cam negatif ve kağıda baskı ile beraber stereoskopik seri üretim başladı.
Ressamların desen çalışabilmesi için albümler satılıyordu. 1860'larda
çıplak kartpostallar açık olarak postaya kabul edilmiyordu ve İngiltere'de
"sergilenenler çok gerçek" diye yargıya başvurulmuştu. (Şimdilerde
vazgeçildi galiba ama biz de poşete sokmamış mıydık..). 1933'de
Michelangelo'nun Sistin Şapel fresklerini gösteren bir albüm "dehşetli
pornografik" diye New York gümrüğüne takılmış..
İnsan
bedeninin çıplaklığı ve fotoğrafın gerçekçiliği diğer sanatların tersine
bir etki yaratmış ve 19.YY'ın sonuna doğru kaba gerçeği aşmak için
bromoil, gum-bikromat gibi teknikler kullanılmıştır. İzlenimci resmin
fotoğraftaki yansıması gibi. Objektif önündeki her şeyi ayırt etmeden
kaydeder. İnsan gözü farklıdır. Seçer, düzeltir, tamamlar, değişik
bölümlere odaklanır veya farklı yorumlara ulaşılmasını getirir. Çünkü
gören göz değil beyindir. Beyin ise bilgi, deney birikimine ve duygusal
yüke göre yorumlar. Göz insan seçiciliğini, objektif kesin optik aktarımı
simgeler. İkisi fotoğraf ve sinemada birleştiğinde, gerçeği ayrıntıları
ile veren ama öznel yorumla çeşitlendirmeye açık bir aktarış çıkar.
Kolayca estetiğin dışına çıkıp adileşebilir ve bu nedenle zordur.
Nitelikli bir çıplak fotoğrafı ile playboy fotoğrafı arasındaki fark
hemen belli olur. Heveslenen, ama makinayı eline alınca çıplağın karşısında
bocalayan çok kişi gördüm. Alışmak, rahatlamak ve modeli de rahatlatmak
gerekir herhalde. Ne bileyim, pek denemedim ki..
Çıplak
fotoğrafında estetik, resim ve teknik değerlerin bütünleşmesi vardır.
Şiirsel imge sanatsal duyarlıkla sunulmalıdır. Yeryüzü kıvrımlarının
fotoğraflanması ile çıplak arasında pek de fark olduğunu sanmıyorum.
Her ikisinde de gözü etkileyen biçimler vardır ama farklı nedenlerle.
İnsan bedeni yaşayan etin gerçeğini yansıtır. En küçük ayrıntı rahatsız
edici, itici gelebilir. Modelin de bu inceliklerin farkına varması
ve rahatlaması gerekir. Mona Lisa'nın yapılması neden dört yıl sürmüştür..
Ama söylenceye göre Goya çıplak kontesini bir gecede boyamıştı.
19.YY çıplak fotoğrafında genellikle yüz kapalıdır. Steichen'in 1906
tarihli ünlü çıplağında da yüz görünmez. 1930'larda Drtikol'un gölgeler
ve geometrik elemanlarla bütünleştirdiği ya da çağdaş Saudek'in siyahbeyazı
elle renklendirdiği muzır çıplaklarında yüz açıktadır. Weston, biberleri
ve midye kabukları kadar özen göstererek kayalar-tepeler-bulutlar
gibi işler çıplağı. Witkin morgdan cesetler toplar. Brand çok geniş
açı iğne-ucu ile biçimsel bozulmalar yaratır. Eugene Smith'in 1972
tarihli "Tomoko Banyoda"sı da çıplaktır ama her bakışımda
evreni yüreğime tıkıştırır ve göz yaşlarımı akıtır. Emmet Gowin aile
çevresinde bireyler arasındaki kişisel ve ortak moral durumları yansıtır.
Bedenler çıplaktır fotoğraflar değil.. Jeanloup Sieff'in siyahbeyaz
çıplakları düzenleme, ışık ve tonlama gücü ile erotizmi aşar. Lee
Friedlander'in bir çıplak albümü var, objektiften gözlerimizin içine
bakan ve hiç sakınmayan, flaşla aydınlatılıvermiş kadınlar. Eti, kanı,
duygusu ile canlı ve sağlam. Ama üçüncü sayfada fark edilir ki anlatılan
beden değil tavırlar, huylar ve olası davranış biçimidir. Daha önceleri
ne demiştik, fotoğrafa ne görünüyor diye bakılıyorsa yazık, görünmeyen
aranmalıdır. David Hamilton ondört-onyedi yaşındakilerle çalışır,
objektifini zımparalayıp izlenimci etkiyi oluşturarak. Hidalgo da
bir ara çıplaklarla oynadı, tadını kaçırarak. Birde Dominik Alterio
gibileri var, hani bana mektup yazan almanı anımsayın.. Robert Mapplethorp'u
unutmamalıyız, eşcinsel ve aids'den ölen büyük fotoğrafçıyı. Erkek
çıplaklarında ilk bakışta cinsellik var gibi gelir. Ama sayfaları
çevirdikçe sanatsal gücünü, yüreğinin titreşimini, varoluşunu ve acılarını
haykırışını yakalarsınız. Fotoğraflar çıplak olmaktan çıkar, geriye
içtenliği ve yaşam enerjisi kalır. İtiraf etmeliyim ki bu albümü derslerde
öğrencilere göstermekte duraksadım hep, görünene mi bakarlar yoksa
görünmeyeni ararlar mı diye. Belki de göstermeliyim ve irdelenmesini,
konuşulmasını sağlamalıyım.
Gelelim kıssadan hisseye, bunca gevezeliği neden ettim. Bizim ortamımızda
da bazan çıplak çalışmalarını sergileyenler olmakta.. Internet ortamında
da gördük. Sanki "ben çıplak da çalıştım, birilerini soydum" der gibi.
Yüzleri göstermemenin bir yolunu uydurup, cafcaflı bir başlık da atarak.
Ama hepsi o kadar. Zaten epeyi zamandır tüm sanat dallarımızda ayni
anlayış yankılanmakta, ortada iş yok ama diz boyu laf var..
Fotoğraf eğitimi almışlardan Derya AVCUOĞLU'nun çıplak sergisini izlemiştik
geçen yıl. Her yönü ile çok güzeldi. Ama Derya, öğrenciliği sırasında
da ısrarla bu konuyu çalışmaktaydı ve nasıl geliştiririm diye sıkıntıya
girmekteydi. Ayrıca modeliyle uyuşumu yakalamıştı. Biliyorum ki şimdilerde
beynini yormakta, tekrarlara düşmeden daha neler yapabilirim diye
araştırmakta. Umarım bir olanak yaratır ve görüntülerinden bazıları
sizlere ulaştırılabilir.
Yakınlarda elime geçen bir albümden bazı kareleri, ilginizi çekeceğini
umarak aktarıyorum. Kolombiya'dan Ana Lucia Pérez Tobon, kısaca Lucan
diye anılıyor, albümü "Light Sculptures". Çok değişik biçimleme yaratmış.
Ama bazı sorunları var gibi, alt bölgeler ve geri alanlarda..
En başa dönelim. Hep beraber doğrulup birilerine karşı "Heeey uyanın,
kral çıplak" desek mi artık?. |