>
 
   
     
 
   
Mehmet BAYHAN Fotograf üzerine yazılar
Prof.Mehmet BAYHAN

 
          FOTOGRAFLARIMIZ FOTOGRAF MI?
 

          İlk derste öğrencilerden fotoğrafın en kısa tanımını yapmalarını isterim. Beklediğim yanıt pek çıkmaz ve söylerim; fotoğraf bir teknolojidir. Hepsi bu kadar.. Biraz daha açık bir tanım yapılabilir; fotoğraf, optik görüntünün kimyasal veya sayısal tekniklerle kalıcı kılınmasıdır. Yakın yıllara kadar kimyasal ile yetiniyorduk, şimdi sayısal da var. Belki yakında başka teknikler geliştirilir. (Sayısal denince şaşırıp yarışmaların dışında tutmaya çabalayanların kulaklarını çınlatarak.. Hangi teknikle yapıldığı mı önemlidir?).

          Fotoğrafın 162 yılına bakıldığında açıkça görülür ki, fotoğraf teknolojisindeki her gelişme yeni fotoğraf konuları, estetiği ve yorumu getirmiştir. Beraberinde fotoğrafçının yapısı değişmiştir. Üretilen fotoğraflar insanlığın algılayış ve düşüncelerini derinden etkilemiştir. Ve bu değişim, etkileşim sürmektedir. Örneğin benim yaşamım içinde dünyanın uzaydan fotoğraflanması çok büyük bir devrim yaratmıştır. Artık herkes çevrecidir. Hiç de uçsuz bucaksız gibi görünmeyen, küçük ve mavi-beyaz kırılgan küre, yeryüzü, önümüzde öylece durmaktadır.

          Bizler fotoğraf adına ne yapmaktayız, neler üretmekteyiz?. Sergilerde, kataloglarda ya da şimdilerde web sayfalarında gördüğümüz işler nicedir?. Ne kadar fotoğraftır. Malzeme olarak fotoğraf oldukları doğru da, neden ilgi derlesinler ve yapana aferin kazandırsınlar?.

          Avusturya'da yapılan bir uluslararası yarışmanın kataloğunda, Türkiye'den de katılanlar olduğunu ve dördünün basıldığını gördüm. Eşeğe semer yapan bir adam, at arabasına ahşap teker takan başka biri, kilim dokuyan köylü kadın ve kalaycı.. Eh işte, geçerken nasıl görüveriyorsak öyle. Marifet oradan geçmek ya da makinayı yöneltmek midir?. Dışarıda ülkemizi nasıl tanıttığımız cabası.. Çok geniş bir çevrede üretilmekte olan işleri yakından bilerek uzun zamandır düşündüklerimi yazmak istedim. Yüreklice.. Ancak hemen vurgulamalıyım ki, eleştirilerim önce kendime yöneliktir.

          Birinci yanlış; eline makinayı alan kendisinden çok aşağıdaki sosyal sınıflara yönelmekte ve oralardan derlediği her görüntüyü fotoğraf sanmaktadır. Fotoğrafın teknik, estetik ve düşünce boyutu tamamen göz ardı edilmektedir.

          Tabi ki alt sosyal kesimlere yönelik çalışmalar yapılacaktır. Ama incelemiş, sosyal-kültürel yapıya girmiş, öyküyü tamamlamış, teknik ve estetik değerler yüklemiş olarak. Örnek mi, Eugene Smith'in "Köy Ebesi", "Kasaba Doktoru" ya da "Minamata"; Koudelka'nın çingeneleri, Salgado'nun işçileri, Brassai'nin Paris geceleri, Bill Brandt'ın "The English at Home" dizisi ve daha niceleri.  Bunlara fakirlik edebiyatı diyorsanız 60'larda ABD'nde ortaya çıkan Friedlander ve Winogrand yorumlarına bakın. "Hiçbirini görmedik" mi diyorsunuz, kusura bakmayın ama siz fotoğrafla mı uğraşıyorsunuz?.

          Bir zamanlar "Anadolu Türküsü" moda idi. Arabaya atlanır, bir köyün yamacında pusuya yatılır, nasıl olsa eşekli ya da at arabalı köylüler geçecektir. Takarsınız 300'ü, ah ne kadar hoş.. Hele heybenin bir gözünde çocuk varsa.. O insanların öyküleri, dertleri, yaşayış ve düşünüş biçimleri, gelenekleri, insan sıcaklıkları varmış kimin umurunda. Biz ne sosyoloğuz ne de edebiyatçı. Makinalı tüfekle ava çıkar gibi basarsınız düğmeye biter. Şimdi köylerde eşek ya da at arabası bitti, hemen hepsi traktörlü. Evlerde buzdolabı, televizyon. Hiç traktörlü köylü fotoğrafı gördünüz mü?.

          Altı yıl önce İsveç'li bir fotoğrafçı gelmişti, Anne Marie. Konya'nın bir köyünde üç ay kaldı, sergisini açtık ve gitti. Hepsi güzeldi ama biri beynime kazındı; baba eve dönmüş sekide oturuyor, paçaları sıyırmış ayaklar leğende, karısı diz çökmüş yıkıyor, kızı elinde havlu biraz geride saygı ile bekliyor.. Siyahbeyazı ve genel düzenlemesi kusursuz.

Bir Alman fotoğrafçı da İstanbul'da altı ay kalmıştı, Nelly Rau-Haring. Dönünce Berlin'de küçük bir albüm hazırladı, "Şöför Dikkat".. Bu sayfaların sizlere ulaşması için özveri ile çabalayan Hasan Daşdemir'e rica edelim ve bir kareyi buraya aktaralım. İyi bakın ve hem de konuğu olduğu toplumun ruhunu nasıl yakaladığını algılayın. Doğrusu her iki fotoğrafı da görünce fena halde dertlenmiştim, neden ben yapamadım diye. Siz anımsıyor musunuz benzerlerini?.

(Beş-on tane var demeyin, bir tavırdan, genel yaklaşımdan söz ediyorum).

          Gecekondular apartmana, kağnılar traktöre dönüşünce, Karadeniz yayla şenliklerinde bile yerel giysiler kaybolunca Türkiye'de fotoğraf bitti biter. (Sahi biter mi?). Eh, siz de düşersiniz yollara, renkli nereler kaldı yeryüzünde. Hindistan mı, Mısır mı?. Hele bir de panayır yakalamışsanız..

          Çok zaman önce bir dergide şunları okumuştum, "tak tak vurdu kafasına ve fotoğraf bununla yapılır dedi"..

          İkinci yanlış; hemen herkesin renkliye sığınması ve yaptıklarını fotoğraf sanmasıdır.. Ortalıktaki renkli işlerin siyahbeyaz kopyalarını alın, %90'ı çamur gibi olacak ve atılacaktır. Rengi inkar ediyor değilim, ama hele şu "saydam gösterilerinin" fotoğrafı katletmekte olduğunu düşünüyorum. (Nusret Nurdan Eren'in gösterisiyse iş değişir tabiî.. Hemen ayaklanmayın, az da olsa iyi işler var).

          Üçüncü yanlış; özellikle dışarı fotoğraf yollarken, ülkemi nasıl tanıtıyorum diye bir soluk düşünülmemesidir. Yanlış tanıtım iki yönlü; sosyal kesitin hep en altını aktarmak ya da fotoğraf yapanımızın daha fazlasına aklının ermediğini duyumsatmak ne kadar anlamlı?.

          Meraklısına ipucu; uzak doğu, Çin - Hong Kong - Singapur bayılır bu tür fotoğraflara. Hele araya yaşlı yüz veya çıplak katarsanız. Ama Avrupa'ya yolluyorsanız fotoğrafınızda düşünce izleri olmalıdır. Avrupa derneklerinde seçkinleşmişlerin mutlaka kendilerine özgü konuları ve teknik, estetik çözümlemeleri vardır. Daha görürken bilirsiniz, bu onundur.

          Şimdi tekrar soralım, fotoğraf nedir?. Bu eşsiz teknolojiyi kullanıyor olmak yeterli midir?. Lartigue çocuksu "bakın şunu görmüştüm" tavrını sonuna kadar korumuştu. Siz de mi görüverdiklerinizi paylaşmakla yetinmektesiniz?. Düşünceleriniz, yorumlarınız, haykıracaklarınız yok mu?. Hüzünlerin, sevinçlerin, düşlerin, duygusal zenginliğin ya da beyindeki amorf kıvılcımların fotoğrafı ilginizi çekmiyor mu?. Sevgi, dostluk, içe kapalı derinlik ya da dışa taşan coşku.. Işığın, gölgenin, ton zenginliğinin, rengin, biçimlerin, hacimlerin istifi senfoninin melodileri olamaz mı?. Biçimlerden felsefeye, belirsiz bir lekeden evrenin sırlarına, iki boyutlu sanılan yüzey üzerinde yüzbin yılın birikimini özetleyivermek olası mıdır?. Gerçekte fotoğraf görkemli bir uğraş değil midir?.

          Eveet, şimdi başka bir soru ile bitirelim; bir yarışmanın seçici kurulundasınız, önünüze yığılan işlerde ne ararsınız, hangisini daha iyi bulursunuz?.

          Işığınız bol, düşünceleriniz kanatlı, yüreğiniz coşkulu olsun.

Prof. Mehmet BAYHAN

 

 

 
.