..... ovalara yayılır, insan bunaa hayran olur bayılır... Bilenler
gerisini tamamlasın. Tabi hala kuş sesinin ne olduğunu anımsıyorsanız.
Başında oturduğunuz aletin mekanik seslerine ve yapay renklerine uyum
sağlamışlardansanız işiniz zor demektir.
TFDB toplantısı için Kayseri'ye gitmiştim. Onbir saat ne kadar uzun
gelmekte, şu ışınlama bulunsun artık. Yol boyunca otobüste ve duraklarda
altı kez "hacı amca, hacı dayı" dediler. Yüzümü dinlendirmek
için sakal bırakmıştım.. Pazarda, çarşıda ilgi gösterilmekte ve hiç
umursanmadığım otobüslerde yer verilmekte şimdi. Toplumsal değerlerin
ayrıcalığından hile yaparak pay alıyor duygusuna kapılarak..
Neyse, gece vardım Kayseri'ye. Dostlar karşıladılar. Talas'ta Üniversite
konukevine götürdüler. Ağaçların içinde, Osmanlı dönemi Amerikan kolejinden
kalma taş binalar. Oturup sohbet ettik. N'olacak bu ülkenin halinden
başka ne konu olabilirdi.. Yatma vakti geldi ve odaya çıktım. Tahta
döşemeler gıcırdamakta. Yerini yadırgayanlardanım ama yol yorgunluğu
göz kapaklarını ağırlaştırmakta, uyku perilerinin geçerken şöyle bir
dokunuverecekleri umulmakta. Sağa dön, sola dön. I-ıh, bi gariplik
var kulaklarımda ve boğazımda. Kalktım yüzümü yıkadım, aynada gözlerime
baktım sorgulayarak. "Dur şimdi karıştırma, sen uyumana bak"
der gibiydi. Tekrar yattım ama tedirginim. Neden sonra farklılığı
algıladım. Motor gürültüsü yok, duru bir sessizlik. Çöle gidenler
de şaşırırlarmış. Oksijen fazla, eksoz solumaya alışmış ciğerlerimde
bir yanma. Ben ne yapmaktayım büyük kentin hengamesinde diye dertlenirken,
dalmışım.
Uyandığımda ortalık aydınlanmış, gün başlamıştı. Yıkandım, giyindim
ve bahçeye çıktım. Saat taşımam, uyandığıma göre sekiz-dokuz arası
olmalı. Gelip alacaklardı, kimseler yok. Yürüdüm ağaçların arasında.
Yok dediğime üzgünüm, her adımda birileri "biz varız ya"
diye cıvıldamaya başladı; kuşlar. Ne diyor bunlar.. Bu güzel ortamda,
doğan güneşi ve var oluşlarını mı kutsuyorlar. Ne kadar farklı sesler,
kaç tür kuş dallarda. Bir kuş hep ayni sesi mi çıkarır.. Dikkatimi
yoğunlaştırdım, konuşur ya da bir senfonik parça besteler gibi ötüyor
her biri. Başı, gelişmesi ve sonu var. Sonra tekrar başlıyor ve birbirleri
ile oynaşıyorlar. Yazdığım şu anda Bach'ın si minör keman sonatı çalınmakta.
Mutlaka O da kuşları dinlemiştir. Belki kalem kağıt ormana gitmiştir.
İşte şu melodiler suyun şırıltılarını andırmakta, yolunun üzerindeki
bir çakıl taşını dolanırken senfoniye eklediği iki nota.
Sonra ağaçlar dikkatimi çekti. Renk ve dokularıyla kuşlar gibi cıvıldayan
genç yapraklar. Ne kadar hoş, düzenli ve akılcı dizilmişler peş peşe..
Kesinlikle rastlantısal değil, matematiksel. Ağaçların biçiminde bu
gerçek, saygı, doğallık var. Yapraklar ve dallar birbirini hırpalamadan
ve yarışmadan diziliyorlar. Aşağıda ya da yukarıda oluşları çekişme
değil, ağaca en çok yararı sağlamak için mekanı dolduruş. Yanındaki
ağaçla da ayni saygılı ve akılcı dengeyi kurarak. Bu nedenledir ki
doğal olan doğru, iyi ve güzeldir. Doğru olan güzeldir, güzel olan
doğru. Doğru, iyi, güzel kesin ve katıksızdır. Evrendeki onca yapılanma
ayni temel parçacığın değişik bileşimleri iken farklı doğru-iyi-güzel
olamaz. Farklı olan insanların düzeyi ve algılayışıdır. O değişmez
doğru ve güzele düzey oranında yaklaşılır. Kavga da buradan çıkar,
kim daha yakındır?. Bitkiler ve hayvanlar bu kavgayı yapmaz (maymunlar
bir oranda yapar). Doğal etki-tepki düzeni içinde yerlerini alırlar.
Yanlışlıkla oluşmuş insan doğallığa karşı kor ve genellikle her seferinde
yanlış yapar.
Biri daha çıktı binalardan. Saati sordum, yedi dedi. İstanbul'da dokuzda
kendine gelemeyen ben bu kadar erken mi kalktım.. Yürümemi sürdürdüm.
Önümde bir kozalak. Eğilip aldım. Ne kadar görkemli yapısı var. Parçacıklar
peş peşe dizilip kapanıyor, büyükten küçüğe spiral dizge. Fizik, kimya
ve matematik kurallarına koşut uyum o hoş biçimi oluşturuyor. Dur
bakalım, gene esrikleşmekte ve yeryüzünden kopmaktasın. Toplantıda
neler beklemekte seni, kendine gel, ayakların yere bassın..
Yürüdüm, baktım, dinledim. Dakikalar geçti, birer ikişer uyandı konuklar.
Bir hanım çıktı binadan; günaydııın... dedi, aynen kuş cıvıltısı.
Arkasından bir başkası, günaydııın.. Kanser kentin girdabında kısa
bir günaydın homurtusunu zor çıkaran bana, günaydııın... Bir büyük
ağacın görmüş geçirmiş kabuğuna yasladım başımı, ağaçlara ve kuşlara
ve tüm doğaya söz verdim. Söz, artık homurdanmayacağım.
Toplantıda kuşları, ağaçları ve kozalağı anlatmaya çalıştım. Fizik
ve matematikten gelen uyumu; parçaların birbirlerine karşı değil birbirini
destekleyerek bütünleşmesi ve en büyük yararı gerçekleştirmesini.
Ozanımız, "Ağaç gibi tek ve orman gibi kardeşçesine" demişti..
Algılamak belki daha kolay ama anlatmak zor. Çocukluktan beri ağzımızdan
çıkarmaya çalıştığımız seslere gerek olmadan anlaşabilmeyi, beyin
titreşimlerini algılayabilmeyi düşlemişimdir. Çok daha zengin ve kesin
olurdu, yapmacıksız ve dolansız. Bazan, algıladığımı sandığım olmakta.
Belki karşımdaki de beni algılıyor diye susmaktayım. Gerçekte hata
etmekteyim. Yeryüzünün, insan bedenimizin koşulları ile uyumlu olunması
gerekmekte. Söz; artık susmayacağım, somurtmayacağım, homurdanmayacağım.
Dönerken özenle sarılmış bir paketçik verdi dostlar. Eve vardığımda
açtım. Mermerden oyulmuş küçücük bir kutu, kapağında tavus kuşu. Katlanıp
içine konulmuş notta "kozalağın yapısı gibi insan, sanat ve doğanın
uyumla bütünleşmesinden" söz edilmekte.. Algılama paylaşılmakta.
Hemen kozalağı çıkardım çantadan. Aa, bu değildi.. Kendi üzerine kapanan
ve o güzelim biçimi oluşturan parçalar açılmış, dikleşmiş, dikenimsileşmiş.
İçi görünmekte. Toprak üzerinde iken nemini koruduğu için mi öyle
kapanıyordu, bir gecede kurudu.. Evirip çevirirken bir kelebek kanadı
düştü içinden. Yoksa bir cana mı kıydık?. Yok bu bir tohum, uzantısı
aynen kelebek kanadı gibi, ki rüzgar uzaklara taşısın. Ağacının dibinde
kalırsa yararsız. Doğa, doğal olan, işlevi tamamlayacak en uygun biçim
ve çözümü yaratmakta. Doğru ve güzel böylece oluşmakta. Biçim değişirken
işlev sürdürülmekte. Doğadan öğreneceğimiz çok şey var. Belki de en
önemlisi gereksiz yan yollara sapmadan ana programı izlemek ve işlevi
sürdürmek.
Ansel Adams anılarının sonunda, balkonundaki latin çiçeğinden söz
eder uzunca. Baharda coşku ile serpilir, gelişir. Arıların ve karıncaların
uğrak yeri küçük bir ormancığa dönüşür. Bir süre sonra yaprakların
altında kurtçuklar belirir. Çiçekler açar, polenler rüzgar ve arılarla
dört bir yana taşınır. Zamanı gelince solar ve kurur. Ama polenler
işlevi sürdüreceklerdir.
Sözün burasında susar büyük usta ve biraz hüzünle satır aralarında
duyumsatır; dağılan tohumlarla bitkinin yaşamı yeni yaşamlarda sürerken,
sizler de fotoğraflarımda beni anımsayacak mısınız?.
Kuuuş sesleriii........................................
|