>
 
   
     
 
   

Mehmet BAYHAN

Fotograf üzerine yazılar
Prof.Mehmet BAYHAN
 
 
         KUUUŞ SESLERİ!...
  

       ..... ovalara yayılır, insan bunaa hayran olur bayılır... Bilenler gerisini tamamlasın. Tabi hala kuş sesinin ne olduğunu anımsıyorsanız. Başında oturduğunuz aletin mekanik seslerine ve yapay renklerine uyum sağlamışlardansanız işiniz zor demektir.  

          TFDB toplantısı için Kayseri'ye gitmiştim. Onbir saat ne kadar uzun gelmekte, şu ışınlama bulunsun artık. Yol boyunca otobüste ve duraklarda altı kez "hacı amca, hacı dayı" dediler. Yüzümü dinlendirmek için sakal bırakmıştım.. Pazarda, çarşıda ilgi gösterilmekte ve hiç umursanmadığım otobüslerde yer verilmekte şimdi. Toplumsal değerlerin ayrıcalığından hile yaparak pay alıyor duygusuna kapılarak..

          Neyse, gece vardım Kayseri'ye. Dostlar karşıladılar. Talas'ta Üniversite konukevine götürdüler. Ağaçların içinde, Osmanlı dönemi Amerikan kolejinden kalma taş binalar. Oturup sohbet ettik. N'olacak bu ülkenin halinden başka ne konu olabilirdi.. Yatma vakti geldi ve odaya çıktım. Tahta döşemeler gıcırdamakta. Yerini yadırgayanlardanım ama yol yorgunluğu göz kapaklarını ağırlaştırmakta, uyku perilerinin geçerken şöyle bir dokunuverecekleri umulmakta. Sağa dön, sola dön. I-ıh, bi gariplik var kulaklarımda ve boğazımda. Kalktım yüzümü yıkadım, aynada gözlerime baktım sorgulayarak. "Dur şimdi karıştırma, sen uyumana bak" der gibiydi. Tekrar yattım ama tedirginim. Neden sonra farklılığı algıladım. Motor gürültüsü yok, duru bir sessizlik. Çöle gidenler de şaşırırlarmış. Oksijen fazla, eksoz solumaya alışmış ciğerlerimde bir yanma. Ben ne yapmaktayım büyük kentin hengamesinde diye dertlenirken, dalmışım.

          Uyandığımda ortalık aydınlanmış, gün başlamıştı. Yıkandım, giyindim ve bahçeye çıktım. Saat taşımam, uyandığıma göre sekiz-dokuz arası olmalı. Gelip alacaklardı, kimseler yok. Yürüdüm ağaçların arasında. Yok dediğime üzgünüm, her adımda birileri "biz varız ya" diye cıvıldamaya başladı; kuşlar. Ne diyor bunlar.. Bu güzel ortamda, doğan güneşi ve var oluşlarını mı kutsuyorlar. Ne kadar farklı sesler, kaç tür kuş dallarda. Bir kuş hep ayni sesi mi çıkarır.. Dikkatimi yoğunlaştırdım, konuşur ya da bir senfonik parça besteler gibi ötüyor her biri. Başı, gelişmesi ve sonu var. Sonra tekrar başlıyor ve birbirleri ile oynaşıyorlar. Yazdığım şu anda Bach'ın si minör keman sonatı çalınmakta. Mutlaka O da kuşları dinlemiştir. Belki kalem kağıt ormana gitmiştir. İşte şu melodiler suyun şırıltılarını andırmakta, yolunun üzerindeki bir çakıl taşını dolanırken senfoniye eklediği iki nota.

          Sonra ağaçlar dikkatimi çekti. Renk ve dokularıyla kuşlar gibi cıvıldayan genç yapraklar. Ne kadar hoş, düzenli ve akılcı dizilmişler peş peşe.. Kesinlikle rastlantısal değil, matematiksel. Ağaçların biçiminde bu gerçek, saygı, doğallık var. Yapraklar ve dallar birbirini hırpalamadan ve yarışmadan diziliyorlar. Aşağıda ya da yukarıda oluşları çekişme değil, ağaca en çok yararı sağlamak için mekanı dolduruş. Yanındaki ağaçla da ayni saygılı ve akılcı dengeyi kurarak. Bu nedenledir ki doğal olan doğru, iyi ve güzeldir. Doğru olan güzeldir, güzel olan doğru. Doğru, iyi, güzel kesin ve katıksızdır. Evrendeki onca yapılanma ayni temel parçacığın değişik bileşimleri iken farklı doğru-iyi-güzel olamaz. Farklı olan insanların düzeyi ve algılayışıdır. O değişmez doğru ve güzele düzey oranında yaklaşılır. Kavga da buradan çıkar, kim daha yakındır?. Bitkiler ve hayvanlar bu kavgayı yapmaz (maymunlar bir oranda yapar). Doğal etki-tepki düzeni içinde yerlerini alırlar. Yanlışlıkla oluşmuş insan doğallığa karşı kor ve genellikle her seferinde yanlış yapar.

          Biri daha çıktı binalardan. Saati sordum, yedi dedi. İstanbul'da dokuzda kendine gelemeyen ben bu kadar erken mi kalktım.. Yürümemi sürdürdüm. Önümde bir kozalak. Eğilip aldım. Ne kadar görkemli yapısı var. Parçacıklar peş peşe dizilip kapanıyor, büyükten küçüğe spiral dizge. Fizik, kimya ve matematik kurallarına koşut uyum o hoş biçimi oluşturuyor. Dur bakalım, gene esrikleşmekte ve yeryüzünden kopmaktasın. Toplantıda neler beklemekte seni, kendine gel, ayakların yere bassın..

          Yürüdüm, baktım, dinledim. Dakikalar geçti, birer ikişer uyandı konuklar. Bir hanım çıktı binadan; günaydııın... dedi, aynen kuş cıvıltısı. Arkasından bir başkası, günaydııın.. Kanser kentin girdabında kısa bir günaydın homurtusunu zor çıkaran bana, günaydııın... Bir büyük ağacın görmüş geçirmiş kabuğuna yasladım başımı, ağaçlara ve kuşlara ve tüm doğaya söz verdim. Söz, artık homurdanmayacağım.

          Toplantıda kuşları, ağaçları ve kozalağı anlatmaya çalıştım. Fizik ve matematikten gelen uyumu; parçaların birbirlerine karşı değil birbirini destekleyerek bütünleşmesi ve en büyük yararı gerçekleştirmesini. Ozanımız, "Ağaç gibi tek ve orman gibi kardeşçesine" demişti.. Algılamak belki daha kolay ama anlatmak zor. Çocukluktan beri ağzımızdan çıkarmaya çalıştığımız seslere gerek olmadan anlaşabilmeyi, beyin titreşimlerini algılayabilmeyi düşlemişimdir. Çok daha zengin ve kesin olurdu, yapmacıksız ve dolansız. Bazan, algıladığımı sandığım olmakta. Belki karşımdaki de beni algılıyor diye susmaktayım. Gerçekte hata etmekteyim. Yeryüzünün, insan bedenimizin koşulları ile uyumlu olunması gerekmekte. Söz; artık susmayacağım, somurtmayacağım, homurdanmayacağım.

          Dönerken özenle sarılmış bir paketçik verdi dostlar. Eve vardığımda açtım. Mermerden oyulmuş küçücük bir kutu, kapağında tavus kuşu. Katlanıp içine konulmuş notta "kozalağın yapısı gibi insan, sanat ve doğanın uyumla bütünleşmesinden" söz edilmekte.. Algılama paylaşılmakta.

          Hemen kozalağı çıkardım çantadan. Aa, bu değildi.. Kendi üzerine kapanan ve o güzelim biçimi oluşturan parçalar açılmış, dikleşmiş, dikenimsileşmiş. İçi görünmekte. Toprak üzerinde iken nemini koruduğu için mi öyle kapanıyordu, bir gecede kurudu.. Evirip çevirirken bir kelebek kanadı düştü içinden. Yoksa bir cana mı kıydık?. Yok bu bir tohum, uzantısı aynen kelebek kanadı gibi, ki rüzgar uzaklara taşısın. Ağacının dibinde kalırsa yararsız. Doğa, doğal olan, işlevi tamamlayacak en uygun biçim ve çözümü yaratmakta. Doğru ve güzel böylece oluşmakta. Biçim değişirken işlev sürdürülmekte. Doğadan öğreneceğimiz çok şey var. Belki de en önemlisi gereksiz yan yollara sapmadan ana programı izlemek ve işlevi sürdürmek.

          Ansel Adams anılarının sonunda, balkonundaki latin çiçeğinden söz eder uzunca. Baharda coşku ile serpilir, gelişir. Arıların ve karıncaların uğrak yeri küçük bir ormancığa dönüşür. Bir süre sonra yaprakların altında kurtçuklar belirir. Çiçekler açar, polenler rüzgar ve arılarla dört bir yana taşınır. Zamanı gelince solar ve kurur. Ama polenler işlevi sürdüreceklerdir.

          Sözün burasında susar büyük usta ve biraz hüzünle satır aralarında duyumsatır; dağılan tohumlarla bitkinin yaşamı yeni yaşamlarda sürerken, sizler de fotoğraflarımda beni anımsayacak mısınız?.

          Kuuuş sesleriii........................................

Prof. Mehmet BAYHAN

 

 

 
.