Yolda giderken biri ensenize bir
tokat atarsa, tepki olarak siz de ona bir şaplak atarsınız.
Ama dönüp de ensenize vuranın
tanıdık biri olduğunu görürseniz, "Ooo!" der, tokattan vazgeçer sarmaş
dolaş olursunuz.
Aynı etkiye karşı gösterilen
tepkilerin, birbirinin bu kadar zıttı olmasını sağlayan faktör, tanışık
olmaktan başka bir şey olmasa gerek.
Bir arkadaşım buna "Merhaba
faktörü" diye isim koymuştu...
Benim de "Merhaba faktörü" olarak
sembolize etmeyi yeğlediğim "Tanışık olmak" olgusunun fotoğraf yaparken
de çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Bir kahvehaneye girer girmez
kimseyle konuşmadan fotoğraf çekmeye başlasanız içerdekilerin size
tepkisi ne olur bir tahmin ediniz. Herhalde ensesine tokat yemiş adama
dönersiniz.
Ama kahvehaneye girdikten sonra, en
azından birkaç dakika oradakilerle sohbet etseniz, kimliğinizi açıklayıp
işinizi anlatsanız hepsinin size sarılacağından şüpheniz olmasın.
Bu kural gezeceğiniz kentler için
de geçerlidir, her zaman...
Orayla ilgili özellikleri bilir ,
nereye uğrayacağınızı yaptığınız araştırma sonucu önceden kararlaştırır,
tanışacağınız doğru kişilerin listesini peşinen yaparsanız o kent size
tokat atmaz.
Kent artık kucağını açmış,
denklanşörünüzün sesine kulağını vermiştir. Kendiliğinden getirir
fotoğraflarını, objektifinizin arkasında pusuya yatmış filminize...
Evet, bazılarınızın itiraz ettiğini
duyar gibi oluyorum.
"An fotoğrafları çekmek için
merhabalaşmaya vakit bulunamayabilinir her zaman" diyorsunuz.
Burada fotoğrafçının ilişki
kurmadaki ustalığı önemli rol oynar çoğu kez.. Tanıştığı insanlarla o
kadar yakın olur ki orada bir fotoğrafçı olduğu unutulur gider.Zaten
projelere dayalı çalışmalarda fotoğrafçı onlardan biri olmuştur artık.
Yine de birileri fotoğrafçıyı hatırlarsa eğer, onu kare dışına çıkarmak
da zor olmasa gerek.
Bir arkadaşım yıllarca önce artist
olma sevdasının nasıl sona erdiğini şöyle anlatıyordu:
"Adana'da bir kahvehanede otururken
rahmetli Yılmaz Güney girdi içeri...
'Tam istediğim mekan, yarın gelip
burada film çekeceğim, herkes burda olsun' dedi. Yıllarca beklediğim
fırsat ayağıma gelmişti, artık ben de artist olacaktım. Hem de
Türkiye'nin en önemli rejisörünün eli altında. Ertesi gün son model
takım elbisemi giyip , afili kravatımı taktıktan ve saçımı saatlerce
biryantinledikten sonra verilen saatte kahvehanedeki yerimi aldım.
Yılmaz Güney verdiği saatte içeri girdi ve etrafı süzmeye başladı.
Dikkatini çekmek için hafifçe boğazımı temizledim. Koca usta gözlerini
bana doğru döndürdü ve yavaş yavaş parmağını uzattı... 'Allahım ! Artık
bu iş tamam ,artist oluyorum.' diye düşünürken, kalbimin gittikçe artan
sesini Güney 'in gür sesi bastırıverdi:
'Hemşerim , senin kıyafetin bu
kahvenin ortamına hiç uymamış, çık dışarı bakalım.'"
XXX
Evet , hepinize merhaba!
Merhaba dedim ama ben sizi zaten
tanıyorum bir yerlerden ...
Bazılarınızla karşılaşmamış olsam
bile fotoğraflarınızdaki ışığı bir yerlerde görmüşlüğüm var.
Belki sizler de beni tanıyorsunuz
fotoğraflarımdan...
Ama yazılarımı yeni okumaya
başlayacaksınız .
İşte bunun için merhaba diyerek
başlıyorum.
"Merhaba" diyerek başlıyorum ki,
dönüp bana bir şaplak atmayasınız. |